Günümüz dünyasında hiçbir millet yoktur ki, tarihe olan ilgisi Türklerinki kadar yoğun olsun... Atatürk’ün ardından dünya basınında yer alanları Tarihçi, yazar Fatih Selçuk yazdı…


Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılını kutladığımız şu günlerde de tarih, hiç olmadığı kadar yoğun bir ilgi görmektedir. Unutmadan ifade edeyim, bulunduğumuz yıl aynı zamanda Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının da 100. yıl dönümüdür. Lozan’ın gizli maddelerinin açıklanmasını heyecanla bekleyenler için buruk bir yıl olan 2023, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. Yıldönümü olmasının yanı sıra, aynı zamanda bu Cumhuriyet’in kurucu lideri Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de ebediyete intikalinin 85. yıl dönümüdür. Kendisini saygı ve minnet ile anıyoruz.


Tarihe olan ilginin bu denli yoğun bir şekilde arttığı şu günlerde ben, bu yazımda Atatürk’ün ölümünün İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD’deki gazetelerde nasıl yer bulduğunu ufak (fakat aynı zamanda bir o kadar da büyük olduğunu düşündüğüm) örneklerle sizlere sunmak istiyorum. Bunu yaparken amacım, Atatürk’ün yaşadığı devirde Batı’nın en önde gelen ülkelerinin onu nasıl algıladığını göstermek ve bugünkü nesillerin de bunu bilmesini sağlamaktır. Bunu ilk defa ben yapmıyorum; bu bakımdan daha önce pek çok akademik çalışmanın da bu konuya değindiğini ifade etmem gerekiyor.


Genel olarak bakıldığında, pek sağlıklı bir hayat yaşadığını söyleyemeyeceğimiz Atatürk’ün 1936’dan beri yavaş yavaş kendisini hissettiren hastalığı 1937’den itibaren kademe kademe ağırlaşmış ve 1938 yılına gelindiğinde ise hiç kimselerin beklemeyeceği son, kapıya dayanmıştı. Bu tarihte giderek ağırlaşan durum karşısında yabancı kamuoyu, Avrupa’da tansiyonun giderek arttığı dönemde önemli bir rol üstleneceği düşünülen Türkiye’nin lideri Atatürk’ün akıbetini merak etmiş ve ona verdiği önemi hissettirmiştir. Öyle ki, örneğin Fransız gazeteleri, Fransız doktor Dr. Fiessinger’in Atatürk’ü tedavi etmek üzere İstanbul’a çağrılışından dolayı büyük bir gurur duymuşlardır. Le Petit Parisien, Dr. Fiessinger’in Atatürk’ü tedavi etmek üzere İstanbul’a gelişini “Fransız tıpı için bir şeref” olarak yorumlamıştır.


1920’lerde “ne yaptığını tam olarak anlayamadıkları” bu büyük liderin şimdi Avrupa gazetelerinde övgülere mazhar oluşu, Türkiye’nin dış politikada kazandığı öneme olduğu kadar, Türkiye’de içeride başarılanların dışarıdan da takdir edildiğini gösteriyordu. Atatürk’ün ölüme hiç olmadığı kadar yaklaştığı günlerde,  Cumhuriyet’in 15. yıldönümünde Fransa’nın en çok satan gazetelerinden Le Petit Parisien’de Pierre Vitoux, Fransa’nın Türkiye’deki gelişimi geç anlamış bir devlet olarak bunu sempati ile takip ettiğini yazarken, Fransa’nın en önde gelen gazetesi olanLe Temps’da Louis Réveille, şu ifadeleri kullanıyordu: “Son on beş yıldır Türkiye’yi ziyaret etmiş olanlar, gerçekleşen ilerleme karşısında şaşkına döneceklerdir.”


Batı kamuoyundaki bu olumlu bakış açısı, Atatürk’ün ölümü ile birlikte yabancı gazetelerde sütunları kaplamış, gazeteler Atatürk’ün eserinden ve onun geleceğinden bahsetmek için adeta birbirleri ile yarışmışlardı. 


Önde gelen İngiliz gazetelerine bakacak olursak durum oldukça açıktır…


“Yeni Türkiye’nin kurucusu ve mimarı Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ün, ya da en az bu adı kadar iyi bilinen adıyla, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ölümüyle büyük bir asker, devlet adamı ve önder bu dünyadan göçtü.” diyen The Times gazetesine göre Türkiye, Batılı devletler arasında saygın bir konuma gelmişti. Gazete, “Türk diplomasisi onun idaresi altında başarıdan başarıya koştu.[…]Bir zamanlar kendisine Avrupa’da bir işgalci gözüyle bakılan Türkiye, onun önderliğinde Avrupa siyasi yaşamının değerli ve ilerici bir üyesi haline geldi. Türk halkı, bu harikulade adamdan boşalan yeri doldurabilecek kişiyi kolay kolay bulamayacak” ifadelerini kullanıyordu.The Economist gazetesi de 12 Kasım 1938 tarihli nüshasında şunları yazıyordu: “Bu Perşembe günü hayatını kaybeden büyük Türk devlet adamı tarihe Büyük Petro gibi bir kişilik ve bir deha olarak geçecek. Tıpkı Rus benzeri gibi, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk de tek bir kuşaklık süre içinde koca bir dünyayı Batılı yaşamla tanıştırmak gibi insanüstü bir işin altından kalktı. Petro Rusları ‘Batılılaştırırken’, Kemal Türkiye’yi ‘Batılılaştırarak’ sadece Türklerin değil, İslam dünyasının kaderini değiştirdi. Türklerin bugün yapmakta olduğu şeyi yarın diğer Müslüman halklar gerçekleştirecek. […] [O]ardında Batılılaşma yolunda ilerleyen modern, ulusal bir devlet bıraktı.” The Sunday Times da 13 Kasım 1938 tarihli nüshasında şunları yazıyordu: “Şans insanların ve ulusların hayatında ne oyunlar oynamıyor ki! Bugün Kemal Atatürk’ün vefatı, vakar kavramının artık sadece bir anı haline geldiği bir dünyada bir devlet adamının, büyük bir askerin ve bir vakar timsalinin vefatı olarak hüzünle anılıyor.”


Şimdi bir de Almanya’ya bakalım… 


Almanya’da da durum pek farklı değildi. Atatürk’ün öldüğü gün, 10 Kasım 1938 tarihli Der Angriff şöyle diyordu: “Kemal Atatürk’ün ölümüyle birlikte tarihin en büyük adamlarından biri de yaşama veda etmiş oldu. Atatürk, iç çelişkilerinin sonunda yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine yeni Türkiye’yi kurmuştu. Yeni Türkiye, ‘Boğaziçi’ndeki hasta adam’ olarak anılan Osmanlı Devletinden içişlerinde sağlam ve dış dünyanın da ilgisini çeken bir ülkeye dönüşmesini yine Kemal Atatürk’e borçlu.” Volkischer Beobachter de 10 Kasım 1938 tarihli nüshasında, Atatürk yönetimindeki Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı başta olmak üzere elde ettiği tüm başarıların, Nasyonal Sosyalist hareketin Almanya’nın bağımsızlığını kazanması yolunda ilham olduğunu yazıyordu. Gazete bunu söylemekte kendi açısından haklıydı çünkü aynı gün Der Angriff de şöyle yazıyordu: “Türkiye, Almanya’nın müttefikleri arasında kendisine dayatılmış olan haksız barış antlaşmasının zincirlerini kırmayı başaran ilk ülke ol[muştu].”Aynı gazetede Wilhelm Koppen de Türkiye’nin dış politikadaki önemine işaret ederek 12 Kasım 1938 tarihli nüshada şunları yazıyordu: “Ortadoğu’nun en büyük gücü olarak görülen Türkiye, İran ve başka bazı Arap devletlerinin komşusu olarak önder bir konumdadır. Diğer bir deyişle Kemal Atatürk büyük bir hızla ilerlemiş olan halkına korunması ve daha da ilerletilmesi için kendisine devredilen zengin bir miras bırakmaktadır. Bu zor görevi yerine getirebilecek en uygun halk da Atatürk’ün kendine güven duygusunu aşıladığı bir millet olan genç Türk halkıdır.”


Sıra Fransa’da… 


Türkiye ile arasında Hatay gibi önemli bir mesele bulunan Fransa, bu dönemde yükselen Alman ve İtalyan tehdidi karşısında İngiltere ile birlikte Türkiye’yi yanında görmeyi istiyordu. Bu durum, gazetelerdeki yazılara da yansımaktadır. Gazeteler, Türkiye’nin Fransa açısından ne denli önemli olduğunu açıkça ifade ediyorlar ve bunu yaparken de Türkiye’nin dönüşümünden takdirle bahsediyorlardı. Önde gelen Paris gazetesi Paris Soir, 11 Kasım 1938’de şunları yazmaktaydı: “Sırasıyla; devrimci, asi ve muzaffer General. Türklerin babası. Yeni Türkiye’yi yarattı, Sultan’ı kovdu, kadınları özgürleştirdi, fesi kaldırdı, milli sanayiyi ayağa kaldırdı ve ülkesini radikal bir biçimde dönüştürdü.”Görsel kalitesi ile ünlü Excelsior gazetesi de, 11 Kasım 1938’de uzun bir yazı yayımlayarak şunları söyledi: “Sekiz milyon kadın, özgürlüklerini ona borçludur.” Yerel bir gazete olan La Dépêche (de Toulouse)dahi 11 Kasım 1938’de şöyle diyordu: “Yapılması bir yıllık bir çalışma gerektiren bir iş bile onun sayesinde bir günde yapılmaktadır.” LaDépêche’in bu yorumu, bir bakıma çok partili demokrasilerin III. Cumhuriyet Fransa’sında krizlerle boğuştuğu bir dönemde “Atatürk’ün tek adamlığına” bir övgüyü de beraberinde barındırıyordu. Yerel bir gazete dahi Türkiye’nin siyasi modelini örnek alan bir tutum takınırken, önde gelen bir gazete olan L’Action Française’den J. Le Boucher ise, ‘Vatanının babası’ Kemal Atatürk tam da batının gözlerini yine Çanakkale Boğazına diktiği zamanda yitirildi.” diyerek Türkiye’nin dış politikadaki önemine dikkat çekiyordu.


ABD’de de durum farklı değildi… 


Türkiye’yi daha bir uzaktan izleyen bir ülke olan ABD’de The New York Times, 11 Kasım 1938 tarihli nüshasında, Atatürk’ün etlindeki yetkileri nasıl başarılı bir şekilde kullandığına işaret ederek şunları yazıyordu: “Dünya, kısa sürede Atatürk’ün yarışan güçlerin kesiştiği noktada Türkiye’yi ‘alan taraf’ haline getirdiğini gördü. Türkiye bitişik milli bloklar arasında ‘kâr eden’ bir ülke konumuna geldi. […] Bir asker ve devlet adamı olarak Kemal Atatürk ülkesinin tarihinde önemli bir yere sahip. O, savaş sonrası dönemin şüphesiz en yetenekli milli liderlerinden biriydi. Konuşmak yerine icraatı tercih eden bu diktatör, yönettiği ülkeyi yaratan adamın ta kendisiydi. Avrupa’nın Hasta Adamının son toprağına kadar parçalanmasının ardından, Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından modern, kendi kendine yeten ve saygın bir devlet yarattı. Onun iktidarı sayesinde, sınırları küçülen Türkiye günümüzde padişahlara sadakate oranla daha sağlıklı olduğu kadar daha güçlü ve istikrarlı da bir ülke haline geldi.” The Washington Post da farklı düşünmüyordu. Gazetenin 11 Kasım 1938 tarihli nüshasında şu ifadeler vardı: “Bugünün Türkiyesi tek bir adamın, Kemal Atatürk’ün uzayan gölgesidir. Atatürk geçtiğimiz yirmi yıl süresince, Türkiye’nin umutsuz, güçsüz ve geri kalmış Doğulu bir devlet olmaktan güçlü, özgüvenli ve ilerleyen bir millet durumuna geldiği, takdire şayan evriminin itici gücü oldu.”


İngiltere, Almanya, Fransa ve ABD gazetelerinden yapmış olduğum bu aktarımlar, Atatürk’ün kendi döneminde önde gelen ülkelerde nasıl görüldüğünü az çok ortaya koymaktadır. Yazıyı kaleme alırken seçmiş olduğum gazeteler ilgili ülkelerin en önde gelen gazeteleri olduğundan bunu rahatlıkla dile getirebilirim. Bunların dışında diğer ülkelerin gazetelerinde de (sanki aralarında anlaşmışçasına) son derece benzer yazıları gördüğümü ifade etmem gerekir. Tüm bunlar, Atatürk Türkiye’sinin o tarihte dünyanın gözünde nasıl övünülecek bir konuma ulaştığını göstermesi bakımından önemlidir. Kendisini ölümünün 85. yılında bir defa daha saygı ve minnetle anıyorum.

Kaynakça;

1- Fatih Selçuk, Fransız Basınında Atatürk ve Türkiye’nin Modernleşmesi (1922-1938), Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir, 2020.

2- Dünya Basınında Atatürk (Kasım 1938), (Hazırlayan: Nuri M. Çolakoğlu), Doğan Kitap, Çolakoğlu, İstanbul, 2003).