Biliyorum son yazının devamını bekleyenler var. Fakat o yazıyı birkaç hafta daha öteledim. Bakalım bu “aday belirleme tiyatrolarının” son perdesi kimlerin üzerine inecek? İnanın umurumda değil artık. Hayatımın tam 9 yılını haftada 7 gün, günde 24 saat “aktif olarak” İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde yaşadım. Aziz Kocaoğlu’nun son döneminde resmi ve de meclis onaylı “başkan danışmanı” Tunç Soyer’in ilk döneminde ise “koordinatör” oldum. Yaşadığım bu 9 yılı sizlere mutlaka yazacağım seçimden sonra. Ama şimdilik şunu haykırıyorum ki hem Aziz Başkana ki o benim için her zaman “Aziz Ağabey” oldu hem de Tunç başkana kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. 

(Benim şahsi olarak en büyük amacım, sizlere 2022 ve 2023’te hem İzmir’in emperyalist hedef oluşunu hem işgal yıllarını hem işgal sonrası İzmir’deki demografik değişimleri, unutulan gerçek “Kuvvacıları”, işgalde İngiliz, İtalyan, Fransızlarla işler tutup, işgal sonrası da “kuvvacı” kesilenleri, İzmir yangınına asıl sebep olanları ve daha birçok “gölgede” kalmış gerçeği yansıtacaktık arkadaşlarımızla. Ama olmadı… Nedenlerini ve onuruma kasteden o İstanbul kaçkını sözde yayıncıyla, bana dost görünüp düşmanın dahi yapmayacağı kahpelikleri yapanları, İzmir’e şerleri dayatan mihrakları size anlatacağım bir gün…)

Nasılsa kesin adaylar belli olduğunda susacak değilim, zira susan ya da biat eden dilsiz şeytandır. 

Ama daha ciddi tehditlerin gölgesi vuruyor yarınlarımıza. 

Nasıl 1918’lerde, İngilizlerle iş birliği yapan bazı sözde hacı hoca tayfası Türk milletinin emperyalizmin kulu kölesi olması için uğraşmışsa, bugün de bazı siyaset hareketleri tarihin tekerrür ettiği duygusunu hissettiriyor bize. O “İngiliz muhipler cemiyeti” kurucusu sözde sarıklı tipleri nasıl unuturuz? İngiliz altın liralarıyla, nasihat heyetleriyle Türk Milleti’nin İstiklalinden vazgeçirecek hain girişlim ve isyanları kimler organize etti nasıl bilmeyiz? 

Hele de şu 15 Temmuz 2016’da başımıza gelen büyük felaket ve dökülen kanları nasıl şimdiden unuttuk? 

Bugün sorgulamadığımız bir ulusal gerçek var. 2022 ve 2023 yıllarında neden bunca sessizlik yaşandı. Evet, türlü sorunlar ve deprem felaketi yaşadık ama hangi sorun biz “yaşayanlar” için “özgürlük ve bağımsızlığımızı” tazelemekten önemliydi? 

Ama size yine bu sitede yayınladığımız “Hangi ve Kaç Cumhuriyet” yazımı bir kez daha okumanızı salık veriyorum. Bugün eğitimden güvenliğe hemen her yere “sızmasına” yeniden izin verilmiş ve görünürde dinsel ama içerikte yine Türk milletini ayrıştırmaya hatta bölmeye niyetli bazı yapıların hilafet haykırışları hemen her yerde duyuluyor. Ana okullarına bile sokulan dinsel dayatmalarla, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerin yerine “kula kulluk edecek” cahil umutsuz ve bezgin nesillerin yetişmesine uğraşılıyor. En acısı da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin okullarından duyduğumuz inanılmaz olaylar. Hani sanki, 1919 – 1923 arasını unutmuş bir üst irade gelmiş üzerimize çökmüş gibi. 

Tarihimizi bu kadar unutmuş olabilir miyiz? Milli kimliğimize bu kadar yabancı olabilir miyiz? 

Olduk… 

1950’den itibaren emperyalizmin döşediği yollarda hep “küçük Amerika” olacağımıza inandırıldık. Çünkü siyaset kurumu, halkla değil “ticaretle” kol kola girdi. Sadece 1969’da İstanbul’a gelen Amerikan gemilerini kıble yapıp namaz kılanlar, önce 1980’de sonra 2016’da ve şimdi de başka kisvelerle Türkiye’yi yeniden emperyalizmin lokması yapmak istiyor, bu kadar basit işte. 

Yıl 2024…

Mart ayının sonunda “yerel seçimler” var tüm yurtta. Tabi ki İzmir’de de ama İzmir çok farklı… İyice de farklılaştı. Özellikle CHP’deki yönetim değişikliği, şu ana kadar iddia ettiği “değişimin” ne olduğunu açıklayamasa da kendi kuruluş amaç ve hedeflerinden çok uzak bir yolda yalpalayarak ilerlemeye çalışıyor. 

Açıkça yazmak isterim ki kaydolsun!

Türkiye genelinin 2019 yerel seçimlerinde tanıdığı Ekrem İmamoğlu’nun ideolojik alt yapısını bilmediğimiz halde, sadece CHP’li İstanbul Büyükşehir Başkan adayı olarak hemencecik benimsedik. Onun sloganı “her şey çok güzel olacak” hoşumuza gitti. Hatta İzmir’e geldiğinde, İzmir halkının, kendi belediye başkanlarından çok, ona ilgi göstermesini unutamıyorum. 

Bu tuhaf olay aslında tek değil CHP için… 

Deniz Baykal’ın gidiş şekli, o sessiz sakin Kemal Kılıçdaroğlu’nun içinden CHP Genel Başkanı çıkışı, Kemal Beyin onca başarısızlığa rağmen koltuğunda direnmesi, Cumhurbaşkanı adayı kesinlikle olmaması gerekirken olması, sonra kurultay ve eminim ki asla akıllarda olmayacak heyecanlı bir ismin, Manisalı Özgür Özel’in ikinci turda seçilişi tuhaf değil mi?  

CHP Genel Başkanı koltuğunda bugün bir asıl bir de gölge oturuyor, kim karşı çıkabilir ki buna? Biri Özgür Özel diğeri İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu… 

Bir tarafta 1919 – 2010 arası CHP tarihi bir yanda ise 2010 – 2024 arası CHP…         Anlayan ve anlatacak beri gelsin zira 2010’dan bu yana CHP nasıl CHP anlamış değilim. 

Yeni yönetim el yordamıyla siyaset yapmaya çalışıyor. Ama sanırım gündemini sadece birkaç İstanbul gazetecisi belirliyor. Hatta öylesine küstahça cüretler gösteriliyor ki, zaman zaman düşünüyorum İzmir, acaba İstanbul’un en uzak ilçesi mi diye? 

Şu an CHP üst iradesi Can Atalay ve üst mahkemelerin savaşını “anayasa darbesi” görüyor ama, ülkenin neredeyse her caddesinden yükselen “hilafet isteklerini” duymuyor. Vatandaşın günlük dertlerini araştırmıyor. Kendi belediyelerini masaya yatırıp kontrol etmiyor. Sadece süre sonunda güya anket yapıyor, hakkında onca söylenti olan insanları, sokakta karşılığı olmayan kişileri muhatap alabiliyor, aday düşünebiliyor ve hatta vekil de yapabiliyor.  

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında, mayıs ayında yapılan milletvekili seçimlerini de kaybettiler. Peki nasıl oluyor da özellikle ekonomik gerekçelerle gençlerden emeklilere herkesin feryat ettiği ülkede, muhalefet hep yeniliyor? Sadece bu yıl barınacak yeri, harcayacak parası olmadığı için kaç pırıl pırıl gencimiz üniversiteye kayıt yaptırmadı? Özgür ve Ekrem beyefendilerin önceliği ne acaba? 

Bugün AKP her yanlışın içindeyse CHP “sütten çıkmış ak kaşık mı?” 

Demografik değişim baskısı var, Türkiye’yi tıpkı 1918’lerde olduğu gibi geri, cahil bir Ortadoğu ülkesi yapma girişimleri var, devletin sadece bir kurumu olan Diyanet İşleri, kendi kurucusunu yok sayarak şeyhülislam misali fetvalar vermesi normal, imamlar hastanelerden okullara, yurttaşları “sabır şükür çerçevesinde idarecilere biat” eğitiminden geçiriyor, ülkede asayiş berkemal değil, Türkiye Cumhuriyeti devleti ciddi beka sorununa itiliyor, ufacık Yunanistan’ın koyduğu postalar hazmediliyor da söyler misiniz nerede Atatürk’ün idealleri, partisi, söylemleri? 

Ve 12 Eylül 1980’den beri tüm menfi durumlara karşı, Türk Milletinin egemenlik haklarını savunması gereken siyasi örgütler kendi içlerinde menfaat ve makam hesaplarıyla uğraşmaktan, halkın fakrü zaruret içinde harap bitap düştüğünü hala algılayamıyor.

Peki ne olacak “yarın”? 

Yazık ki Türk Milleti, ders alacağı tüm aygıtlar bozulduğundan, tarihin tekerrürünü yeniden yaşıyor. Ama bakalım bu kez sonumuz ne olacak? 

İnadına ne mutlu Türküm diyene!